Kadim bir şehire yaklaşıyoruz; tepenin yamacına birbirinin güneşini kesmeden inci gibi dizilmiş, ağaçların boyunu geçmeyen evler, göze çarpan ilk eser cami minaresi, şehir bu cami etrafında şekilleniyor. Müslümanlar cami merkezli bir şehir kültürü oluşturmuş, Cuma Camii/ Ulu Camii etrafında ihtiyaca göre sosyal mekanlar inşaa edilmiş; medrese, şifahane, imaret, kütüphane, han, hamam, çarşı. Külliye olarak tarif ettiğimiz bu merkezin etrafını bahçeli evler, aralarındaki güçlü bağı vurgularcasına daire şeklinde sarmış. Bir mahalleye girdik; sokaklarında kendine has müziğiyle akan sular, tabiatın dile gelmesine vesile olan kuş sesleri, çocukların oynadığı çıkmaz sokaklar, köşe başlarında muhabbet eden sokağın emniyeti yaşlı teyzeler ve amcalar. Meydanda çeşmenin başına geldim, bu pınardan kana kana su içtim. Asmalı kahveden çayımızı söyleyip, çınar ağacının altına oturduk. Çayımızı içtikten sonra yüzyıllardır oluşmuş ev ve bahçe kültürümüzü birlikte ziyaret edeceğiz. Bu ziyarette kendi yaşadıklarımdan da istifade ederek, çağın imkânlarıyla evimizi ve bahçemizi yeniden ihya etmenin yolunu dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
Selçuklu, Beylikler, Osmanlı döneminde ev ve bahçe kültürünün izlerini sürebileceğimiz eserler mevcut; hatıratlar, mektubatlar, divanlar, seyyahatnameler, kadı sicilleri, vakfiyeler, tahrir defterleri gibi bir çok eser ve belge taranmalıdır. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri’nin eserlerinde geçen Konya “Meram Bağları” kısmen korunmuştur. Yakın zamana kadar bahçe sulamak için kanallarda su dolaşırdı. Meram bağları birçok dönemi görmüş ve günümüze en azından adını ulaştırmıştır. 90’lı yıllarda ilk defa gittiğim Konya’da, Meram deresi kenarında bir parkta oturduğum ağacın altındaki huzuru unutamam. İki bin yılından sonra on bir yıl Konya’da yaşadım; fakat o günkü huzur başkaydı. Daha eski günleri düşünemiyorum; Meram için türküler söylenmesi, şiirler yazılması normal bir durum. Aynı muhitte, son örneklerini de kaybetmek üzere olduğumuz, bahçeli kerpiç evleri de görmek mümkündür. Geçmişte şehir, kasaba, köy yeri seçerken bir ölçünün olduğunu kadim şehirlerimizi biraz incelediğimizde hemen fark ediyoruz. Belde kurulacak yerde önceliğin su olduğunun en güzel işareti, içlerinden nehir geçen kadim şehirlerimizdir. Şehri sudan ibaret gören büyüklerimizi takip etseydik bu kuru beton bloklar arasında yaşamazdık. “Türk evini bugünkü apartman sefaletimizle kıyas edemeyiz. İkisi aynı dünyanın malı değil. Ve bugün şehirlerimizdeki evler %99’uyla utanç verici bir ibtidaȋlik görünümünde. Hem mimar, hem mühendis, hem doktor unvanlarıyla bu çirkinlikler dünyası üretiliyor.” (Cansever, 2010: 146)
Türkler birlikte yaşadıkları toplumlardan etkilenmişler, İslam öncesi inançlarından bir kısım örf ve adetleri Anadolu’ya taşımışlardır. “Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri birikimi Anadolu’ya taşırken, iletişim-etkileşime girdikleri diğer toplumlardan gözlemleyip öğrendiklerini bir süzgeçten geçirmiş, bu toprakların kültür çeşitliliği ile zenginleşen Anadolu’ya özgü bir bahçe kültürünü yarattıkları söylenebilir.” (Özdemir, 2015: 329) Aynı konu ev için de geçerlidir. Göçebelikten gelen açık mekân kültürü evlerin ve diğer yapıların mimarisini etkilemiştir. Yaylak ve kışlak kültürü bir şekilde yaşatılmış, şehirde yaylaya çıkamayanlar, yakın sulak alanlarda bostan yeri oluşturmuşlar, bu bostanlara inşaa edilen bağ evlerini de yaylak kültürüne duyulan özleme bağlayabiliriz. Türkler İslam dini ile müşerref olduktan sonra dini ölçülerle çelişmeyen geleneklerini; ağaca, suya, tabiata olan saygı ve sevgilerini devam ettirmişlerdir. Anadolu’nun pek çok beldesinde gördüğümüz asa suları, tekke çevresinde anlatıla gelen ağaç ve geyik kısaları tabiata duyulan muhabbetin işaretleridir. Kastamonu’da bilinen beş asa suyu vardır; Hazreti Pir Şeyh Şaban-ı Veli Dergahı, Benli Sultan Tekkesi, Haracoğlu Tekkesi, Abdal Hasan Tekkesi, Şeyh Köy Mehmet Efendi Tekkesi. Ahilik geleneğinde aynı gelişimi görüyoruz; Türklerin cömertliği ve İslam’ın fütüvvet geleneği birleşerek Anadolu’yu mayalamıştır. Kısaca bu coğrafyada kültürlerin hepsi birleşerek yeni bir medeniyet oluşturmuştur. İdeolojik kısır çekişmelere girmeden, Anadolu’da oluşan bu medeniyeti tüm yönleriyle anlamak ve o damarlardan beslenerek her alanda şanlı bir birikimi gelecek nesillere aktarmak en büyük görevimiz olmalıdır. Şehrin iktisadını, güvenliğini, yönetimini üstlenmiş Ahi tekkelerinde şamdandan, bahçedeki havuza, duvardaki beyaz badanaya kadar fütüvvetnamelerde her ince ayrıntı belirtilmiştir. Yeniden şehri, evi, bahçeyi ihya girişiminde ahilik geleneğinden öğreneceğimiz çok şey var.
Şehir, ev ve bahçe kavramları birbirinin yerine kullanılabilir. İnsan eliyle imar edilen bu eserlerin ortak hedefi; bu dünyayı imar ederek, çevreyi güzelleştirmek ve insana huzurla yaşayabileceği bir mekȃn oluşturmaktır. “Osmanlı-İslam Şehirleri tabiatı içine almakla beraber tabiata, her ağaca, her çalı parçasına, her çiçeğe yüce bir değer kazandıracak şekilde, insanın düzenlediği bir dünyanın ürünü idi; insanın dünyayı nasıl güzelleştirdiğinin örneği idi.” (Cansever, 2010: 219) Bahçe evi güzelleştirir, ev de şehri güzelleştirir. Kastamonu, Mardin, Safranbolu, Birgi gibi şehirlerimiz evlerinden dolayı güzel değil mi? “Osmanlılar kendi ortak teknolojisini ürettiler, bu teknoloji yine mahalli şartların gereklerine göre mesela ahşabın olduğu bölgelerde ahşaba dayalı bir teknoloji, taşın bulunduğu yerlerde taşın üzerine oturtulmuş bir teknoloji olarak geliştirildi.” (Cansever, 2010: 133) Evler inşa edilirken yerel kaynaklar kullanılmıştır. Bu durum hem ekonomiktir hem de kişinin kendi evini yapmasına olanak sağlar. Yöre insanı hangi malzemeyi daha az maliyetli elde edebiliyorsa evini o malzemeden, ihtiyacına göre komşularında desteğiyle imece usulü inşa etmiştir.
İslam dininin en güzel yaşanacağı ortam “Bahçeli Müstakil Hayat” diyerek somutlaştırdığımız anlayıştır. Peki, başlıkta neden “Ev” değil de “Hayat” kelimesini kullanıyorum? Burada evi de aşan bir durum söz konusudur. Kısaca tüm mimari yapıların bahçeli olması bizim mimarimizde önemlidir. Huzurlu yaşam için bahçe kültürü tüm hayatı kuşatmalı belirleyici en önemli faktör olmalıdır. “Müslüman’ın evinin planı da caminin plan şemasına paralellikler arz eder. Çünkü İslami yaşam kutsal ve dünyevi olarak ayrılmamıştır.” (Cansever, 2010: 189) Müslüman yaşantısı bütündür, bütün mimari planlarımız birbirine benzer. Osmanlı evi /Türk Evi’nin en önemli parçası bahçe idi. Atalarımız genelde açık avlularda, dış avlularda olan havuzu ve selsebili cami iç kısmında bile denemişlerdir. Bursa Ulu Camii bunun en güzel örneğidir. “Edirne evlerinin hususiyetlerinden biri de bu çeşmelerdir. Su şırıltısı bulunmayan ev yok gibidir. Bu diye dinî ve içtimaî an’ane hükmüne geçmiştir.” (Ünver, 1976:29) Türk evine dış kapıdan girdiğimizde bizi hayat karşılar. Burası iç avludur; ortasında havuz ve çeşme, çiçeklik, avlu büyükse sebzelik, meyve ağaçları, tandırlık, yazlık mutfak. Bu avluda günün büyük bölümü geçer ve ona göre düzenlenir. Ev tek katlı ise arsa durumuna göre aynı avluya bakan odaların yan yana dizilmesiyle bir bütün oluşur. Ev iki katlı ise giriş ahır, kiler, mutfak gibi kısımlar alt kattadır. Üst kat sofa ve onu çevreleyen odalarla bir bütün oluşturur. Odalarda bir ailenin ihtiyacı olan her şey vardır. Oturma odasıdır, yatılacağı zaman gömme dolaplardan çıkarılan yatak yere serilir veya minderler yatak şekline dönüştürülür. Odadaki dolabın biri banyo şekilde düzenlenmiştir. Bazı evlerde cihannüma denen üçüncü katta bir oda bulunabilir. Üst katlara çıkış iki taraftan ise bir taraf haremlik diğer taraf selamlıktır. Osmanlı evinde haremlik ve selamlık bölümler evin mimarisini etkiler.
Geçmişte görülen bahçe isimlerinin, “Gülizar, Lalezar, Çemenzar, Yarar bahçe, Has bahçe” (Özdemir, 2015: 323) ağaç ve bitki isimlerinin çeşitliliği “Çınar, kavak, dişbudak, ıhlamur, tefne, servi, kara ağaç, idris, çitlenbik, mişe, ergavan, ahlat; lale, sünbül, gül, nergis, karanfil, fulya, şebboy, benefşe, nesrin, şakayık” (Çınar ve Kırca, 2010: 62) bu alanda zengin bir kültür oluştuğunu göstermektedir. Sarayda iki bostancıbaşının bulunması, saray dışındaki bahçelerde üretim yapılması, bizim kültürümüzde bahçenin en önemli ayırıcı özelliğinin üretim odaklı olduğunu gösterir. “Bahçe ve bostan işleri ile ilgilenen bostancıların hasbahçe ve hassa bostancıları olmak üzere iki ayrıldıklarını, birincilerin saray bahçelerine ve ikincilerin de saray dışındaki bahçe ve bostanlarda bakmakla yükümlü oldukları ifade edilmiştir.” (Çınar ve Kırca, 2010: 61) Padişah’ın her yıl saray dışı bahçelerde üretilen meyve-sebzelerden elde edilen gelirleri bizzat denetlemesi, ekim sırasında ürün çeşitlerine katkı sağlaması bahçe kültürünün en üst seviyede sahiplenildiğini göstermektedir. “İstanbul Bostancı başısının her yıl yönetimi altındaki bu bahçelerde yetişerek satılan ürünlerin defterini zamanında padişaha sunması gerektiği belirtilmektedir. Padişahlar, saraya bağlı bahçelerde üretilen çiçek, sebze ve meyvelerin satışıyla, dikilecek bitkilerle de ilgilenmiştir.” (Çınar ve Kırca, 2010: 62)
Selçuklular ve Osmanlılar evini, bahçesini nasıl tasarladı. “Bahçe tasarım elemanları; bitkisel elemanlar: bahçeler, bostanlar, meyvelik, sebzelik, meyve ağaçları, yemişlikler, çiçek bahçeleri Selçuklu ve Osmanlı döneminde nergis sümbül gül ve lale gibi çiçeklerin bahçe tasarımında kullanıldığı bilinmektedir. Su varlığı: mermer havuzlar, fıskiyeler, çeşmeler, şelaleler, bağ bahçe veya meyve sebzelik alanlarda sulama kanalları. (Özdemir, 2015: 328) Selçuklular ve Osmanlılar evi-bahçeyi tasarlarken nelere dikkat ediyorlardı. Biz bu ölçülerden ne kadar istifade edebiliriz. “Selçuklu Bahçe Tasarımını Etkileyen Etmenler: 1-Doğal etmenler. (su, eğim, manzara) 2-Bakı-Manzara ve Yöneliş. (açık görüş) 3-Su varlığı. (yapay su kaynakları) 4-Yaşamsal Gereklilikler. (tarımsal alan) 5- Estetik-Görsel Kaygılar. (simetri) 6-Mahremiyet.” (Özdemir, 2015: 326) Aynı ölçü ev ve şehir için geçerli değil mi? Hangimiz ölçü arar olduk. Biz önce ölçüyü kaybettik. Orantı ve denge bozuldu. Eskiden şehir, mahalle, sokak, ev, bahçe hepsi bir ölçüye göre tasarlanmıştı. Bir de Türklerde felsefe yok diyorlar, hikmetin âlâsı var. Bunu görecek göz, irfan, ilim gerekiyor. Batılı düşünürler genelde doğuda şehir kültürü yoktur der! Evet, sizin anladığınız şekliyle büyük boş bir meydan ve o meydana bağlanan cetvelle çizili caddelerden oluşan bir tasarım yok; çıkmaz sokaklı tabiata göre şekillenmiş şehirlerimiz vardı. “Bursa’da 1930-32 yıllarında Annem misafirleriyle evlerin renklerini, sokakların mimarisini konuşuyorlardı.” (Cansever S 130) Renkleri, sokakların mimarisini konuşan evin halkını şehir kültüründen bihaber olduğunu söyleyebilir miyiz? Şimdi ev oturmalarında daha çok perde çeşitleri, yeni çıkan mobilyalar, ev eşyaları, diziler konuşuluyor. Bilge mimar Turgut Cansever’in kendi evinden verdiği bu örnek bizi derin derin düşündürmeli. Aynı kitapta gittiği şehirlerde ev toplantılarında da şehir halkıyla mimariye dair güzel sohbetler ettiğinden bahseder.
Her şey güzel giderken Osmanlı mimari algısı nasıl değişti? “Batılı bahçıvan, mimar, ressamların Osmanlı Devleti için çalışmak üzere davet edilmesiyle doğal formlar bir kenara bırakılarak formal formlar ağırlık kazanmış, süslemelerde gösteriş ve abartı tercih edilmiştir. Bitkiler doğal türler yerini büyük oranda egzotik türleri bırakmıştır.” Tabi olan bozulduğunda güzellik abartıldığında aslında güzel olan fıtrat bozulmuş oluyor. İşte her alanda yaşadığımız ve üç yüz yıldır tam olarak kurtulamadığımız bu kendi değerlerimizden yabancılaşma, şaşırmışlık hali kendimizi toplamamıza mani oluyor. “Çelebi Mehmet Efendi’nin büyükelçilik göreviyle Paris’e gitmesi ve Versailles ile Mary-le-Roi saray ve bahçelerinden çok etkilenmesi, Osmanlı Devleti’nin doğa algısında bir dönüm noktası olmuştur. Padişah (1722) Sadabat Kasrı’nı inşa ettirmiştir.” (Çınar ve Kırca, 2010: 61) Bahçe ve mimari yapısının bozulması da her alanda olduğu gibi birebir kopya, hazmedilmeyen ithal fikirlerin ülkemize girmesiyle olmuştur. O zaman bahçeyi, evi, camiyi, mektebi, çarşıyı yeniden imar edeceksek öncelikle 17. yüzyıldan geriye doğru bakmalıyız.
Batı kültüründe yer alan, özellikle modern çağda şekillenen ev ile bizim evimizin farkı nedir? Şimdi apartman kültürü ile biz onların tabiattan ve üretimden kopuk bahçeli evlerinden daha çok gerideyiz. Bu konu iyi anlaşılmalı. Bahçe, ev ama nasıl? “Bizim kültürümüz bir tarım kültürü değil, şehir kültürüydü. Genellikle Türk aydınları ‘Tarım kültüründen geldikleri için Türkler şehir kurmayı bilmiyorlardı’ derler. Bu yoruma katılmıyorum. Bizimkisi tam bir şehir kültürüydü. İnsanlar aralarındaki münasebeti kendileri düzenliyorlardı. Bu şehirler Paris gibi, Hristiyan Ortaçağ şehirleri gibi tabiattan kopuk değildi. Tabiatla bütünleşmiş bir şehir kültürü vardı. Bu bakımdan ne orman ortasındaki evlerden oluşan Orta Avrupa yerleşmeleri gibi, ne de Amerikan şehirleri gibi ağacın içerisine gömülmüş yapılardan oluşuyordu. Tabiatla insan elinin meydana getirdiği ürünün dengesinden oluşuyordu ki bu çok önemli bir hadisedir. Tabiatın içerisinde kaybolduğunuz zaman dünyayı güzelleştirme ve düzenleme bakımından sorumluluklarınızın bir kısmını terk edersiniz.” (Cansever, 2010: 219) İşte bu tanım bizim bahçemizi bugün batıda oluşan bahçe kültüründen ayırıyor. Sadece görsellik olsun diye bahçe düzenlenmez; fakat bostan yapacağız diyerek tümden estetikten yoksun çiçeksiz, süslemesiz kaba bir bahçe de oluşturulmaz. Kısaca ev ve bahçe geleneğimizde yine ifrat ve tefritten uzak ince bir ölçü var. “Bahçe Kültürü tarihsel süreç içerisinde genel hatlarıyla batıda seyretmek, doğu toplumlarında ise içinde yaşamak fikriyle gelişmiştir.” (Çınar ve Kırca, 2010: 58) Sadece bu seyretme, içinde yaşama farkı üzerine sayfalar dolusu yazılabilir. Bugün akıllı telefon teknolojisiyle seyretme kültürü en üst seviyeye çıkmıştır. Günümüz toplumunda güzel bir bahçenin, evin içinden fotoğraf almak; bahçe ve ev içinde yaşamaktan daha önemlidir. “O dönemlerde bağlar ve bahçeler yararlı ürün veren işlevsel alanlar olmakla beraber, insanların rekreasyon gereksinimlerin de karşılayan işlevsel ve estetik açık alanlar olarak da değerlendirilmiştir.” (Özdemir, 2015: 323)
Evimizi, bahçemizi tekrar ihya etmek için neler yapabiliriz? Kendi yaptığım ortasında ahşap selsebil havuzun yanında su sesi eşliğinde, budama dallarından yaptığım sedirde bu satırları yazıyorum. Bir tarafım kendi ektiğim ıspanak ve maydanozlar, bir tarafımda ahşap selsebilli havuz ve çiçeklik var. Ev ve bahçe tasarımında yararlılık ve estetik birlikte düşünülmelidir. “Osmanlı evi, Osmanlı şehir ve dünya tasavvurunun bir ürünü olarak şehri, çevredeki büyük kültür değerlerini, tabiatı, dünyayı yücelten bir niteliğe sahipti.” (Cansever, 2010: 136) İnsanoğlu tabiatı kendi kölesi kabul ederek sömürürcesine ondan faydalanmamalıdır. Tabiatı güzelleştirmeli, ihtiyacı kadar israf etmeden istifade etmelidir. “Kültür ve üretim faaliyetinin ceyran ettiği Osmanlı evi, kültürün en üst düzeyde yaşandığı biçimleri, kozmoloji, metafizik ve dini kapsayan bir mekân olması dolayısıyla Nadir Ardalan’ın söylediği gibi ‘mukaddes bir yerdir.’ ” (Cansever, 2010: 132)
Üreten evden kasıt sadece sebze meyve üretimi de değildir evlerin altında kenarında bir çalışma atölyesi bulunur bu atölyede evin ihtiyacına göre el aletleri bulunur. Belki bir evin odasında dokuma tezgâhı, başka bir evde zeytinyağı sıkma makinesi, kısaca evleri o yörenin üretim kültürü şekillendirmiştir. Evin müştemilatında bakarak o evin hangi yörede olduğunu anlayabiliriz. Evin yapı malzemelerini inceleyerek yine o evin bölgesini çıkarabiliriz. Ahşap, taş, toprak, tuğla veya birkaçı beraber kullanılmıştır. İklim şartlarına uygun malzeme seçimi ile evler yapılmıştır. Bu noktada tabiatla, fıtratla uyumlu insana sekîne veren meskenler ile karşı karşıyayız. İnsan evde huzurlu, kendi kendine yetebiliyor, vaktini değerlendirebiliyor, tüketimden çok üretime teşvik var. Üreten ev: atölyesi, bahçesi olan evdir. Bugün kendime bir şey keserken kolaylık olması için küçük bir tezgâh yaptım. Çoğu kişi evi sadece mimari yönüyle düşünüyor; üretim yönü, kendi kendine yetme yönü bence daha önemlidir. Kriz anında işe yarayan ev hangisidir? Ev bahçeli; fakat sadece süs bitkileri ve çimen ekilmişse ne kadar işe yarar. Ben bu konuyu batı ülkelerinde kriz anında market önündeki abartılı alışveriş kuyruklarını gördüğümde fark ettim. Sadece bahçeli ev de yetmiyor. Kuyusu, fırını, tavuğu, meyve ağacı, sebzesi olacak ve kendi enerjisini üretebilecek. Batıda evlerin %85’i bahçeli; fakat bahçe çimenlik yani üretim yok. Türk evinin en büyük farkı kendi kendine yetmesi yani üretmesidir. “Ahi Tabiat Okulu” fikri hem ahilerin şehrin ana unsuru olmasından hem de üretimi önceleyen ev fikrinden ortaya çıktı. Sanat, zanaat, tarım birlikte aynı evde, aynı mekânda buluşmalıdır.
Yeryüzü nasıl bizim için mescit ise aynı zamanda yeryüzü bizim ve tüm canlılar için bahçe/cennet olmalıdır. Ormanda kuşlar için oluşturduğumuz meyve bahçesi konuyu tamamlıyor. İnsan bu dünyayı bencillikten uzak fıtratına ve kainatın ruhuna uygun imar etmelidir. Ormanda oluşturduğum meyveliği zaman zaman kontrol ediyorum. Kuşlar şenlikle karşılıyor, su toplanması için yaptığım bir set var. Bunun güzel örneklerini tabiatta dolaştığımızda görüyoruz. Çeşmeler, tüm canlıların su içmesi için yapılmış ahşap oluklar. Benim oluşturduğum yalaktan, küçük bir kuş yuvarlanır gibi geldi ve suyunu içti. İşte bu dedim, atalardan ilham alıp yaptığım iş amacına ulaştı. Ormanlara kuşlar, arılar, kurtlar, böcekler, diğer yabani canlılar için meyve ağacı dikilmeli. Ben şimdilik şeftali, atkestanesi, kiraz, armut, erik diktim. Yanımda devamlı bir çanta bulunur, içinde aşı malzemeler hazırdır: Macun, kendir ipi, çepin, kuru çelik, yaş çelik, testere, pala, bağ bıçağı, bağ makası. Yabani elma, erik, kiraz gibi ormanda büyümüş ağaçları yine büyüklerimizin geleneğini devam ettirmek için aşılarım. Budamalardan çıkan yaş çelikleri ya nasip diyerek toprakla buluşturuyorum. Meyve çekirdeklerini hiç çöpe atmayız, onlar da toprakla buluşur. Genelde yarma aşı yapıyorum. Her zaman olduğu gibi; aşı yapılacak anaç yarıldı, yaş çelikler uçları uygun sıyrılarak yarığa yerleştirildi, macunlandı, kendir ipiyle ve koruma bantı sarıldı. Üstüne biraz toprak konularak, Allah’a emanet edildi. Ayrıca bir tohum sandığımız bulunmalı, ata tohumlarını çeyiz sandığı gibi saklamalı ve çoğaltmalıyız. Bu gelenek yeni nesillere aktarılmalıdır.
Hakikat tektir; fakat çok dilli ve renklidir. Bunu bize tabiat öğretir. Mesela bir öğretmen renkleri gerçek menekşelerle tabiatta öğretse, çocuklar unutur mu? Tabiat en güzel eğitim alanı. Bahçe duvarını çocuklar badana yaptı, onlar çalışmaktan zevk alsın diye resim çizebilirsiniz dedim. Bu konu önemlidir, gençler tabiatı severse, üretmeyi ve iş yapmayı da sever. Her an öğrenebildiğimiz başka böyle bir ortam yok. Bahçeli evde çok az çöp çıkar. Bu evin meyve kabuğu dahil her şeyi değerlidir çürümeye yakın meyve kabuklarından sirke yapabiliriz. Bu sirkeyi temizlik malzemesi katık malzemesi hijyen malzemesi ilaç olarak kullanabiliriz. Meşe külü en güzel temizleyicidir, bulaşık makinesinde bile kullanılabilir. Bir baş soğan, bir baş sarımsak, sirke, acı biberle yaprak biti ilacı üretebiliriz. Bu konuları www.tabiatokulu.com sitemizde anlatıyorum.
Geçmiş mimari kültürü anlayabileceğimiz en önemli kaynak kişi Bilge Mimar Turgut Cansever. Evet, birçok çalışma var; fakat işin ruhu farklı, bu kültürü anlamak için sadece kuru bilgi yetmiyor. “Genç mimarlar nesli o zaman, geniş bir sahtekârlık alanı olan dekorasyon, iç mimari safsatalarını da tasfiye ederek evi, Osmanlı evinde olduğu gibi, bahçesi, mimarisi, sokak ilişkisi, cumbası, yerli dolapları, tavanı, döşeme kaplamasıyla beraber üretecek, belki bunun arasına birkaç araç daha ekleyecek. Ama bu büyük sadeliğin güzelliğini tekrar gündeme getirecek mimarinin standartlar düzenini kurmakla mükelleftir.” (Cansever, 2010: 146) Evimizi, bahçemizi yeniden kurmakla ve gündeme getirmekle mükellefiz. Bugün oluşturacağımız örnek modeller gelecek için kurtuluş olacaktır. Bismillah diyerek bir yerden başlayalım.
Kaynakça:
CANSEVER, T. (2010), Osmanlı Şehri, İstanbul: Timaş Yayınları.
ÖZDEMİR, A. (2015), Anadolu’da Selçuklu Dönemi Türk Bahçe Kültürü, H. Bahar, Şehirlerin Sevdalısı İbrahim Hakkı Konyalı Armağanı (s. 319-333), Konya: Selçuk Üniversitesi Matbaası.
OSMAN, R. (1976), Edirne Evleri (Haz. Süheyl Ünver), İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu.
ÇINAR, S., KIRCA, S. (2010) Türk Kültüründe Bahçeyi Algılamak, Journal of the Faculty of Forestry İstanbul Üniversitesi, 60 (2), 59-68
Cihad Meriç
Düşünen Şehir Dergisi Kasım 2020 sayısında yayınlanmıştır.
Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz.